14 Ocak 2014 Salı

11:12 - No comments

hikaye

merhaba. uzun süre sonra hikayeye devam ediyorum. uzun süre niye yoktun derseniz size ne derim. bu da bölüm sonu tarzı bir şey;

 Bütün hayatım bir yerlere koşturmakla geçti. Hep yetişmeye uğraştım. Dünyaya, zamana. En çok da nefes denen akreple nabız denen yelkovana. Ancak ne kadar koşturursam koşturayım, hep geç kaldım. İşime geç kaldım. Randevulara geç kaldım. Yaşamaya bile geç kaldım. Ölemiyorum, çünkü ölüme geç kaldım.
 Uzaklardayım. Evime, dünyama, gezegenime, güneşime. Hayattan uzaktayım! Ölüm denen bir cehennemin peşinden koşturuyorum. Ayaklarım ne kadar gitse de geriye, beynimin koşuşturmasını durduramıyorum.
 Arıyorum. Yıllar önce yola neyi aramak için çıktığımı arıyorum. Yıkılıyor. Rüyalarım bile yıkılıyor. Vuruyorum. Acılarımı dâhi özledim. Bir gecede öğrendim özlemeyi. Ve bir güneşle unuttum. Çok düşündüm o gece. Dünyayı kurtaracak kadar düşündüm. Ama ne ölümü durdurabildim, ne de zamanı.
 Sesi hâlâ kulaklarmda çınlıyor; Dünya'nın en gür sesi. Tanrı'nın sesi. O, benim tanrımdı. Hayatımla ilgili bütün kararları o vermişti. O, yaşamama karar vermişti; peygamberi olmam şartıyla. Nefes almayı tercih ettim. Sonra da ihaneti. En kötüsünü. Tanrı'ya ihaneti. Ve o da bir lanet vurdu başıma. Adı kasvet. En korkuncu. En acısı. Kronik bir kanser gibi. Kronik bir doğum sancısı gibi!
 Vücüduma yapışmış mürekkep parçalarından başka bir geçmişim yok. Umut dolu günlerimde geleceğe yer açmak için sildim yaşanmışlıkları. Sonra, gelecek denen o boşluğa düşmekten beni o kurtardı. Ancak bilemezdim, gökyüzünün dipten daha karanlık olduğunu!

0 yorum:

Yorum Gönder